Sustu. Konuşmak gereksizdi. Bundan sonra kimseye ondan söz etmeyecekti. Biliyordu; anlamazlardı.
İnsanları yalan söyledikleri zaman dinlemeyi severim. Olmak istedikleri ama olamadıkları "kişi"yi anlatırlar.
Konuşmam yetmiyormuş gibi düşünmeye de başladım. En kötüsü buydu. Çoğu insanlar gibi düşünmeden konuşsaydım kimse bir şey demeyecekti; ama ben düşündüğümü söylemeye kalktım.
Acelem yok benim, biliyorsun. Bir gün sana dünyada dayanılacak tek şeyin sevgi olduğunu öğreteceğim.
Ağaç dalındaki, gövdeden ayrılma eğilimini fark ettin mi bilmem? Hep öteye öteye uzar. Gövdenin toprağa kök salmış rahatlığından bir kaçıştır bu. Özgürlüğe susamışlıktır.
İnsanın adı onunla en az ilgili olan yanıdır. Doğar doğmaz, o bilmeden başkaları veriyor. Ama yapışıp kalıyor ona. Onsuz olamıyor.
Çevresine bakındı. Yoktu. Oturma odasını da aradı. Orada da yoktu. Bunca lüzumsuz eşya vardı da, neden en gereken, bir sigara küllüğü yoktu. Kadınlar da böyleydi. Dünyada gereğinden çok kadın vardı ama, yalnız bir teki yoktu.
İnsanlar böyleydiler. İçeni, içmeyeni tren yolculuğundaki süreksiz tanışıkla yetinirdi; ya da meyhane masasındaki.
Kadın gülüyor. Korkunç bir öfke kabarıyor içinde. Üstüne yürüyor, ama kadın artık yok. Çevresinde kendi halinde insanlar var. Kokuyu duymuyorlar mı? Oysa çatlayacak. Ya bu dondurucu soğuk?
Çaktırmadan, sinsice yaklaşıp istediğimiz kızın eteğine mantar tabancasını sıkarak korkutur, böylece onu sevdiğimizi belirtirdik.
Dünyada hepimiz sallantılı, korkuluksuz bir köprüde yürür gibiyiz. Tutunacak bir şey olmadı mı insan yuvarlanır.
Evlenmek! Can sıkıcı dairelerden birinde, tanımadığımız bir adamın bizi birleştirmek görevine boyun eğmek.
“İşte yirminci yüzyıl bu! Asfalta kusmak!” Meslek sahibi olmamanın ayıplandığı, sevilmeyen işlerin yapıldığı, dilenciliğin bile bir meslek gibi aynı gün ve saatte yapıldığı bir yüzyıldır yirminci yüzyıl.
İnsan bulabileceğini aramalı, dedi. Etli canlı bir kadın, bir kitap, bir resim!
Yoksa yalnız onunla uğraşmaktan, başını ağrıtmaktan hoşlanan alaycı, korkunç, gizli bir varlığın oyuncağı mıydı? Kesin olarak bilemediği bir şeylere kızıyordu. İçinden sövdü.
Karı kocalar bile öyle değil mi? Ortak neleri var? Haftanın belli günleri et ete sürtünmekten başka? Gene de dayanıyorlar. Çünkü birlikte yaşama zorunluluğuna inanmışlar.
Bir gün boynuna sarılıvermekten kendimi tutamayacağım, güvenemiyorum artık. Her şeyin bozulmaması için tek çıkar yol var: Buradan gitmek.
Rahatsınız. Hem ne kolay rahatlıyorsunuz. İçinizde boşluklar yok. Neden ben de sizin gibi olamıyorum? Bir ben miyim düşünen? Bir ben miyim yalnız?
Dünyanın şakırtılı yıkanışına karışmanın sevinci içinde yavaş yürüyordu. Savrulan iri damlalar yüzüne çarptıkça daha istiyordu. Bu yürek büyütücü sevinç var olmanın, yaşamanın sevinciydi; biliyordu.